10 Kasım 2010 Çarşamba

JANDARMA (II) (7 Mart 2006, Bugün Gazetesi)

Gülay GÖKTÜRK

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, jandarmanın yetkilerini genişletme girişimlerinin yasal temeli olup olmadığı tartışmaları başka şeydir, hukuki ya da demokrasiye uygun olup olmadığı başka bir şey...
Yasallık iddiaları, bazı yasaların ek maddelerine getirilen zorlama yorumlara, onlar da olmazsa kimi yönetmeliklere ve protokollere dayandırılarak meşrulaştırılmaya çalışılabilir.
Ama bütün bunlar, bu çabaları hukuki kılmaz. Hele hele "demokratik" hiç kılmaz.
Jandarma neden vardır? Soruyu şöyle de sorabiliriz: Eğer polis teşkilatı, en ücra köye, en küçük mezraya kadar Türkiye'nin dört bucağına uzanan geniş bir ağ kurabilecek, etkinlik sağlayabilecek durumda olsaydı, jandarmaya gerek kalır mıydı? O zaman bu teşkilatın lağvedilmesini konuşur muyduk?
Bu soruya verilecek cevap, jandarmanın yetki alanını genişletme yönündeki her talebin karşısındaki tutumu da belirler. Eğer, jandarma teşkilatının varlığı, esas olarak polis teşkilatının eksikliklerine dayanıyorsa, asıl hedef, bu eksikliklerin zaman içinde giderilmesi ve jandarmanın görev alanının ve yetkilerinin süreç içinde küçülmesidir.
Tersini düşünüyorsak, Silahlı Kuvvetler'in temel -ve kalıcı-görevlerinden birinin de iç güvenliğin sağlanması olduğunu kabul etmiş oluruz.
Jandarma teşkilatı yetkilileri de böyle bir kabulden hareket ettiklerinden olacak, görev alanlarının sınırlanması yönündeki talepleri anlamakta hep zorlanırlar. Bu tip eleştiriler karşısında genellikle ne kadar iyi işler yaptıklarını, ne kadar fedakârca çalıştıklarını, sadece kolluk kuvveti anlamında değil, kırsal alandaki sosyal projelere katılım anlamında da ne büyük sorumluluklar yüklendiklerini anlatırlar. Hatta, eleştirenleri bir nevi nankörlükle, kadir bilmezlikle suçlarlar.
Oysa mesele, işlerini "iyi" ya da "kötü" yapmaları değil, bu işleri neden onların yaptıklarıdır. Tartışılması gereken konu, iç güvenliği sağlamanın Silahlı Kuvvetler'in işi olup olmadığıdır.
Evet, bugün ülkemizde Silahlı Kuvvetler ekonomik girişimlerde de bulunuyor, köylere okul da yol da yapıyor, sağlık ocağı da kuruyor, siyasi tartışmalara da giriyor. Ama bütün bunlar, tıpkı jandarma eliyle Türkiye'nin yüzde 91'inde kolluk kuvveti görevi yapması gibi, birer sapmadır, asli görevden ayrılmadır, dolayısıyla yanlıştır.
Biz bu yanlışın sonuçlarını pratikte çok yaşadık.
Halka hesap vermeyen, kendini seçilmişlere karşı sorumlu hissetmeyen, askeri hiyerarşi içinde çalışan silahlı bir güç iç güvenlikten sorumlu tutulduğunda neler olabileceğini sayısız deneyle öğrendik.
Güneydoğu'da jandarma karakollarının dipsiz kuyulara dönüştüğünü, kapısından sağ giren nice insanın bir daha çıkamadığını, kayıplara karıştığını gördük. Ama hiçbirinin hesabını soramadık. Basına gizli davalarda neler olduğunu, neler konuşulduğunu hiç bilemedik. Sayısız sözde faili meçhulün faili JİTEM mensubu Yeşil'i bırakın yakalayıp yargılamayı, daha yaşayıp yaşamadığını bile öğrenemedik. 1993'te askeri bir operasyon sonrası gözaltına alınan ve "kaybolan" 11 köylünün nereye gittiğini ancak 2006'da, Kulp’'taki toplu mezar ortaya çıkınca çözdük! Güneydoğu'daki bütün karanlık olaylarda jandarma parmağıyla karşılaştık. Ve işte en son olarak Şemdinli'deki büyük provokasyonda, yine iki jandarma görevlisi ile burun buruna geldik...Bütün bunlar tesadüf değildir. Her türlü demokratik denetim mekanizması dışında kalmış bir güç iç güvenlikten sorumlu olursa olacağı budur.
O yüzden amaç, bu gücün yetkilerini daha da artırmak değil, mümkünse ve en kısa zamanda iç güvenlikten elini çekmesini sağlamak olmalıdır.