9 Ocak 2011 Pazar

SUÇLA MÜCADELE POLİTİKASI AÇISINDAN YENİ CEZA MUHAKEMESİ KANUNU


SUÇLA MÜCADELE POLİTİKASI
AÇISINDAN
YENİ CEZA MUHAKEMESİ KANUNU

                                               Doç Dr. M. Bedri ERYILMAZ

Suçla Mücadele Politikası Açısından Yeni CMK”,  Ekim 2006, 1/1, Ceza Hukuku Dergisi, s.207-229.



1.      Giriş

            Son zamanlarda, kamu oyunda, Avrupa Birliği ile uyum sürecinde yapılan kanuni düzenlemelerin kolluğun suçla ve suçlularla yaptığı mücadeleyi olumsuz yönde etkilediği ve neticede vatandaşların adalete olan güven duygusunun zedelendiği yönünde fikirler ileri sürülmektedir. Bu düşünce, kolluğun suçla mücadele konusunda iş yapmamak için ürettiği bir bahanemidir? Yada bu süreç, her AB üyesinin üyelik sürecinde yaşadığı kurumsal veya toplumsal tepkilerin yansıması anlamına gelen katlanılması gereken geçici bir süreç midir?
            Bu makalenin amacı, suçla mücadele açısından  01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ile nelerin değiştiğini ve değişmesi gerektiğini ayrıntılı olarak tartışmaktır. Bu yapılarak, yürütülmekte olan soruşturmalarla ilgili olarak, kolluğun yetkilerinin kısıtlandığı, bu nedenle de suç ve suçlularla mücadele etme imkânının azaldığı veya imkansızlaştığı şeklindeki endişelerin ne kadar gerçeği yansıttığı ortaya konacaktır.


2.      Ceza Muhakemesi Alanında Yaşanan Hukuki Değişimin Amacı Nedir?

            Diğer alanlarda olduğu gibi, ceza muhakemesi alanında da, ülkede yaşanan değişimim amacı, iç hukuku, Avrupa Birliği Hukuku ile uyumlu hale getirmektir. Fakat, bu süreçte dikkati çeken husus, suçla mücadelede, zayıf bir konumda olduğuna inanılan şüpheli ve sanık konumundaki kişilerle, güçlü olduğuna inanılan devletin konumunu eşitleme adına, kişi hak ve özgürlüklerindeki alanın gereğinden fazla genişletilmiş olmasıdır.   
            Esasen hak ve özgürlükleri genişletme süreci, 1992 CMUK değişiklikleri ile başlamış, 1998 CMUK değişiklikleri ile devam etmiştir. Nihayet, 2001 Anayasa değişiklikleri ve yeni CMK ile bu değişim süreci noktalanmış gözükmektedir. 
            Bu hak ve özgürlükleri genişletme süreci incelendiğinde, Ceza Adalet Sistemini değerlendirmek için Amerikalı hukukçu Herbert L. Packer’in 1968 yılında geliştirdiği modellerden due process (kişi hak ve özgürlüklerine değer veren) modelin esas alındığını bunun yanında crime control (suçun önlenmesi) değerlerinin ihmal edildiğini veya ikinci plana atıldığı söyleyebiliriz. 
            Packer’in çizdiği crime control değerlerine öncelik veren modelin özellikleri incelendiğinde görülmektedir ki, ceza adalet sisteminin öncelikli amacı suçu önlemektir. Bu modeli esas alan hukuk sistemlerinde kolluk kuvvetlerinin yetenek ve kabiliyetlerine aşırı bir güven vardır. Bu modele göre, kolluk kuvvetleri olaylara en yakın kişiler olduğundan, bir kişinin suçlu olup olmadığını en iyi bilebilecek durumda olanlar da onlardır.  Onlar bir kişinin suçlu olduğuna inanıyorlarsa ondan sonraki aşamalar çok önemli olmayıp mümkün olduğu ölçüde kısa tutulmalıdır. Bu modele göre, şüpheli veya sanıklara çok hak vererek polisin işi zorlaştırılmamalıdır. Örneğin, avukatı olan bir ortamda şüphelinin ifadesine başvurulması halinde şüpheli kolluk ile işbirliği yapmayacak, susma hakkını kullanacak ve suç aydınlatılamayacaktır. Kolluk, suçlu kişiye ulaşmakta hata yapabilir fakat buna çok daha önemli olan suçu önleme amacı için katlanılmalıdır. 
            Due process modelini benimseyen ceza adalet sistemleri ise kolluğa güvenmez.  Bu modele göre, kolluk hali ile yakaladığı kişinin suçlu olduğuna inanacaktır ve suç soruşturmasını bu inanca göre yönlendirecek, hep yakaladığı kişinin aleyhine olan hususları görmek, duymak ve bulmak isteyecektir. Kolluk, gerekirse, bu amaçla, kuvvet kullanmada da sakınca görmeyecektir. Bu nedenle, bu süreçte kolluğa güvenilmez. Burada güvenilmesi gereken kişi C. Savcısı ve hakimdir. Ayrıca, bir kişinin suçlu olup olmadığına karar verilecek yer  gözaltı birimi değil mahkemelerdir. Bu modelde, yakalanan ve yargılanan kişinin gerçek suçlu olduğundan emin olmak ve devlet adına yetki kullanan kişilerin yetkilerini keyfi kullanmasına engel olmak için, kişiler, mümkün olan bütün hak ve özgürlüklerle donatılmalıdır.  Soruşturma evresi kovuşturma evresini şekillendirdiğinden dolayı bu hak ve özgürlükler sadece yargılama aşamasını değil suç soruşturması aşamasında da  verilmelidir.  Bu model, kişi hak ve özgürlüklerine verilen aşırı değer neticesi bazı suçlu kişilerin hak ve özgürlüklerden yararlanarak ceza adalet sisteminin elinden kurtulabileceğini kabul etmektedir. Fakat, bu model, bireyi ön plana koyan ve bir kişinin haksız yere, yakalanmasını, tutuklanmasını veya mahkum edilmesini bir bireye verilebilecek en büyük ceza olarak gören bir sistemin, bu bedeli ödemeye razı olması gerektiğini savunmaktadır. 
            Türk hukuk sistemi de öteden beri ve bugün due process model değerlerini ceza adaleti sistemine enjekte ettiği ve bireyleri yanlışlıkla mahkum etmemek için bireye önemli hak ve özgürlükler tanıdığı için, bazı durumlarda, aslında yakalanması, tutuklanması ve mahkum olması gereken bazı suçlu olabilecek kişiler, bu hak ve özgürlüklerden yararlanarak yakalanamayacak, tutuklanamayacak ve mahkum edilemeyecektir.  Fakat, Türk hukuk sistemi bu tercihi yaparak, bu durumun, özgürlüğe verilen değer için ödenmesi gereken bir bedel olarak gördüğünü deklare etmektedir. Bu anlayışa göre, tek bir kişinin özgürlüğü dahi kamunun (umumun) menfaati için feda edilemez.  
            Bu modeli benimseyen bir ülkenin kolluk görevlileri de, ceza muhakemesi hukuku alanında meydana gelen değişim sürecini, bu şekilde değerlendirmekten başka alternatifi yoktur.
            Ayrıca, bu değişim süreci, suçun ve suç oranlarının artmasına katkı sağlamış olabilir. Fakat, bu problem kolluğun problemi olmamalı, kolluk iyi niyetle görevini yapmaya devam etmelidir. Nasıl ki bir ülkedeki hastalıkların ve hastaların sayısının artması sağlık personelinin problemi değilse, sağlık personeli önlerine tedavi için gelen hastaları tedavi etmeye devam etmek zorunda ise, kolluk da suçun artmasının sebepleri ile ilgilenmeden suçla mücadeleye devam etmelidir. Suçla mücadelede olması gereken en iyi politikayı geliştirmek, genelde kanun koyucuların, özelde ise hükümetlerin problemidir.    
            Fakat, kolluk, ceza adalet sisteminin diğer aktörlerine göre, suça, suçluya ve mağdura daha yakın olduğu için hukuk sisteminin bu tercihinin, uygulamadaki etkisini ilk fark eden bir kurumun parçasıdır. Kanımızca, bu fark ediş zamanla toplumun bütün kesimine yayılacaktır ve yayılmaktadır.
Bu doğrultuda, şu da söylenebilir ki, bundan sonra, hükümetler, kamu düzenin (iç güvenliğin) sağlanması  işini, ekonomi, dış politika gibi temel gündem maddeleri arasına almak zorunda kalacaklardır.  Zira, ceza adalet sisteminin daha da şeffaflaştığı bundan sonraki dönemde, kolluk, kamu düzenini ayakta tutma adına, istese de, “vatan” “millet” gibi kutsal değerler adına kendisini “feda etme” yolunu benimseyemeyecektir. Kolluğun başvurduğu her illegalite çok net olarak “sırıtacak” ve bu durum sistemin diğer aktörleri tarafından gözlemlenebilecek ve gizlenemeyecektir. 
            Kolluk, aslında, zaman zaman medyaya da yansıyan serzenişi ile bu gerçeğe işaret etmek istemektedir. Kanımızca, kolluğun demek istediği şudur; “bundan sonra suçla mücadele adına bizden hukuka aykırı eylemler ve tutumlar içinde olmamızı beklemeyin. Bu süreç, suç oranlarının artmasını netice verirse, ki öyle gözüküyor, bunun sebebi biz değil, hukuk sisteminin suçla mücadele için tercih ettiği yeni yoldur.”
            Tabii ki, günümüzdeki suç oranlarındaki artış eğilimini sadece hukuk sisteminin due process modele yaptığı aşırı vurguya bağlamak çok bilimsel bir değerlendirme olmayacaktır. İşsizlik, kırsal kesimden kente göç, liberal terbiye ve eğitim sisteminin benimsenmesi ile aile ve okulun birey üzerindeki baskınının azalması gibi sosyolojik sebeplerin de, suç oranlarındaki artış üzerindeki etkisinin boyutunun araştırılması gerekir. Suç ve suçlular üzerine yapılan kriminolojik araştırma ise genelde Türk kamu oyuna yabancı bir konsepttir.  Bununla beraber, bundan sonraki dönemde, kolluğun suçla mücadele görevinde kendisini hukukun sınırları içine çekeceği düşünülürse, bilimsel alt yapısı olmayan hiçbir suçla mücadele politikasının başarılı olamayacağı şimdiden söylenebilir.


            3. Devletin sadece ceza adalet sisteminin aktörlerinden olan şüpheli ve sanıkların değil suça karışmayan masum kişilerin de hak ve özgürlüklerini koruma mecburiyeti yok mudur ?
           
Kişilerin en temel haklarından birisi de, yaşadığı toplumda, özgürlüğüne, canına ve malına yönelik herhangi haksız bir müdahale korkusundan uzak, huzur içinde bir hayat sürmesini isteme hakkıdır. Devlet, gerekli huzur ortamını vatandaşlarına sağlama noktasında pozitif bir mükellefiyet altındadır. Vatandaşlar için, bu tehdidin kolluktan veya suç ve suçludan gelip gelmemesi bir farklılık oluşturmaz.
            Şu an Avrupa Birliği ülkelerinde, kişilerde, suç ve suçlu kaynaklı, her an için bir suçun mağduru olma korkusu vardır. Bu nedenle, Batı hukukunda, 1960’lı ve 1970’li yıllarda yaygın olan “due process model değerleri” önemini 1980’li yıllardan itibaren kaybetmeye başlamıştır. Şu anda, Anglo Amerikan ve Kıta Avrupası hukuk sistemlerinde, due process model ile “crime control değerleri” arasında denge kurulmaya çalışılmaktadır. Hatta, dengenin şüpheli ve sanık lehine kaydığı düşüncesi ile, özellikle organize suçlarla ve terörle mücadelede kolluğu daha etkili kılmak için, kolluğun yetkileri devamlı genişletilirken, kişilerin hak ve özgürlük alanı daraltılmaktadır. 
            Ülkemizde ise kolluk uzun yıllar suçla mücadelede başarılı olma ve halk için suçtan temiz bir ortam oluşturma adına kişilerin özgürlük alanına sistematik olarak müdahale ederek kendisi korkulacak bir unsur haline gelmiştir. Gerçekten, Türkiye’de kolluk suçla mücadelede ve suç oranlarını düşük tutmada Batılı meslektaşlarına göre daha başarılıdır.  Fakat, bu başarının faturasını çoğu zaman suçsuz kişilere ödetmek zorunda bırakmıştır. Diğer bir ifade ile, toplumun çok küçük bir kesimini oluşturan suçlularla mücadele ederken, suçsuz olan büyük çoğunluğun hak ve özgürlük alanına gereksiz ve haksız yere girerek bu kitleyi çok rahatsız etmiştir. Dolayısıyla, bizim ülkemizde, hep kolluğun yürüttüğü bir suç araştırmasının her an konusu olma korkusu, korku duymama hakkının potansiyel düşmanı olarak görülmektedir.Bu nedenle, Türkiye’de, son yıllarda, batıda yapılanın aksine, demokratikleşme adına kolluğun yetkileri daraltılmakta kişilerin hak ve özgürlük alanı genişletilmektedir.

4. CMK’da, Kişi Hak ve Özgürlükleri (Özgürlük) ve Suçla Mücadele (Güvenlik) Dengesinin Şüpheli ve Sanık Lehine Bozulduğu Durumlar Nelerdir?

(1) Ceza  muhakemesinin amacının sadece maddi gerçeğe ulaşmak olmadığı, hak ve özgürlükler çiğnenerek ulaşılan maddi gerçeğin bir anlam ifade etmeyeceği vurgusu yapan, hukuk sistemimizdeki en klasik düzenleme hukuka aykırı elde edilen delillerin mutlak olarak kabul edilmemesini öngören düzenlemedir. Esasen, 1960’larda ABD’de ortaya çıkan, hukuka aykırı elde edilen delillerin mutlak olarak kullanılması yasağı Anglo Amerikan ve Kıta Avrupası hukuk sisteminde tamamen terk edilmişken, bizde 1992 yılında yapılan değişikliklerle önce CMUK’a (m.254/2) daha sonra 2001 yılında Anayasaya (m.38/6) hem de CMUK’a sokulmuş ve biraz daha genişletilerek CMK m.217/2’de muhafaza edilmiştir.
Buna göre, ister özel kişiler ister C. Savcısı veya kolluk tarafından elde edilmiş olsun, sanığa yüklenen suç ancak hukuka uygun olarak elde edilmiş delillerle ispat edilebilecektir.  Hukuka aykırı elde edilen delil kesin olarak kullanılamayacaktır. Delilin hukuka uygunluğunda da, Anayasa ve Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelerde yer alan bir hakkın ihlal edilip edilmeyeceğine bakılacaktır. Bir hakkı korumayan kanuni düzenlemelere uygun hareket  edilmemesi, bir hak ihlali ve dolayısıyla hukuka aykırılık anlamı taşımayacaktır.  
Bununla beraber, etkili bir suçla mücadele politikası açısından olması gereken, delilin salt hukuka aykırı olmasına bakılarak mutlak delil yasağı getirme yerine, ihlal edilen hukuki değerin (hakkın) önemine, suçun ağırlığına, sanığın tehlikeliliğine, delilin başka türlü elde edilip edilmemesinin mümkün olup olmadığının hakim veya mahkemece araştırılması, gerektiğinde bu delilin kullanılması noktasında hakime takdir yetkisi verilmesidir. (Örneğin İngiliz Hukuku için bkz. PACE m.78)
Dolayısıyla hakim, ihlal edilen kural ile korunan hukuki değerin çok önemli olmaması, sanığın toplum için tehlikeli olması, suçun ağır cezalık bir suç olması, elde edilen delilin başka türlü elde edilmesinin mümkün olmaması hallerinde, elde edilen delili mahkemede kullanılabilmelidir. Hukuk kuralını ihlal ederek hukuka aykırı delil elde eden kolluk görevlisine de gereken ceza adli ve idari ceza verilmelidir. Kolluğu terbiye veya disipline etme adına, adil olmayan bir karar verilerek, toplumda var olması gereken suç işleyenlerin muhakkak cezalandırılacağı düşüncesi erozyana uğratılmamalıdır.   
Örneğin, aynı nezarethaneye konan, seri cinayetler işleyen bir çeteye mensup iki şüphelinin konuşmalarının gizlice kollukça dinlenip kayıt edilerek diğer suç ortaklarının yerinin öğrenilmesi durumunda, bu bilgi, şüphelenilen kişilerin bulunduğu yerlerde arama yapmak için alınacak karara esas teşkil edebilmelidir. Aynı şekilde, hakları hatırlatılmamasına rağmen, avukat talep ederek avukatı gelmeden ifade veremeyeceğini belirten ve susma hakkını kullanan bir terör örgütü üyesi şüphelinin daha sonra pişmanlık yasasından faydalanarak ifade vermeye razı olması halinde, haklarını çok iyi bilen bir kişi durumunda olduğu net olarak göründüğünden, sadece hakları hatırlatılmadığından dolayı elde edilen ifade hukuka aykırı telakki edilerek kullanılmamazlık yoluna gidilmemelidir. Aynı yorum, stratejik bir bölgeye attığı bomba ile onlarca kişinin ölümüne sebep olan bir avukatın veya hukuk fakültesi öğretim elemanının hakları hatırlatılmadan ifadesi alınması halinde, haklarını çok iyi bilmesi gereken bu kişilerin ifadesi, salt aydınlatma yükümlülüğe yerine getirilerek haklar hatırlatılmadığı için, hukuka aykırı kabul edilmemelidir.
Tabii ki, bu takdir yetkisi verilmesi gerekliliği CMK m.148’de sayılan kötü muamele, baskı, cebir, yorma gibi metotların ifade alma yöntemi olarak kullanılması halleri için geçerli olmayacaktır.  Delillerin bu maddede sayılan yasak sorgu yöntemleri ile elde edilmesi hiçbir durumda mazur sayılamayacağı için, diğer AB üyesi ülkelerde olduğu gibi, bu durumlarda elde edilen delilinin  kullanılması her halükarda yasaklanmalıdır.
(2) Suç ve suçla mücadeleyi zorlaştıran diğer bir düzenleme, suçun ağırlığına ve sanığın tehlikeliliğine bakmadan, bütün suçlarda, yakalanma anından hazırlık soruşturması bitene kadar, şüphelinin avukatının yanında bulunma ve hukuki yardımından yararlanma hakkından sınırsız olarak faydalanabilmesidir. (CMK m.149)
Burada avukatın toplanmayan delillerin toplanması işlemine zarar vermesini engellemek ve yakalanmayan diğer sanıklara ulaşılmasını zorlaştırmamak için, olması gereken, özellikle terör suçlarında ve çıkar amaçlı işlenen organize suçlarda, belirli bir süre (6-8 saat gibi), yakalanan kişinin avukatı ile görüşmesine müsaade edilmemesidir.
Alternatif olarak, bu tip bir sınırlama yerine, terör örgütleri veya organize suç örgütleri ile birlikte çalıştığı bilinen avukatları gösteren güvenilir olmayan avukatlar listesi oluşturulması ve bu listede yer alan bir avukat ile şüphelinin görüştürülmemesi düşünülebilir. 
Avukatın soruşturmanın gizliliğini bilgi taşıyarak bozma ihtimali yanında, ayrıca, şüpheli, örgüt adına çalışan bir avukatın yanında, kanunda tanınan etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istemeyeceği ve ifade alma sırasında diğer örgüt elamanları hakkında bilgi vermek istemeyeceği de düşünülmelidir. Bu nedenle, 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektiren örgütlü suçlarda, şüpheliyi müdafiin hukuki yardımından otomatik yararlandırma her zaman şüphelinin menfaatine olmayabilir.
Yakalanan şüpheliler, ancak, suç delillerinin toplanması ve diğer örgüt elemanlarına yönelik gerekli ilk müdahaleler (arama ve elkoyma gibi) yapıldıktan sonra kendi avukatı ile sınırsız görüşebilmelidir. Bu tür bir sınırlama, delillerin kaybolmasını engellemek gibi makul bir amaç güttüğü ve kısa sürdüğü için şüphelinin daha sonra gerçekleştirilecek yargılanmasının adil olmasını engelleyecek bir sınırlama olarak da algılanmayacaktır. 
      Esasen, avukatların terör suçlarında bilgi taşımak amacıyla kullanılabileceği düşüncesi 25.05.2005 tarihli 5353 sayılı kanunla kabul edilerek CMK’ya (m.151/3) yansıtılmıştır.  Buna göre,
149 uncu maddeye göre seçilen veya 150 nci maddeye göre görevlendirilen ve Türk Ceza Kanununun 220 ve 314 üncü maddesinde sayılan suçlar ile terör suçlarından tutuklu ve hükümlü olanların müdafilik veya vekillik görevini üstlenen avukat, hakkında bu fıkrada sayılan suçlar nedeniyle kovuşturma açılması halinde tutuklu veya hükümlünün müdafilik veya vekilliğini üstlenmekten yasaklanabilir. 

Fakat bu düzenleme, eksik de olsa, kovuşturma evresi için geçerli olup esas uygulanması gereken soruşturma evresi için bir anlam ifade etmemektedir. Bu düzenlemenin eksik yapılmasının ve soruşturma evresini kapsamamasının temel sebebi, kanımızca, avukatların savunma hakkını kötüye kullanarak bilgi taşıdığı düşüncesine inanılmaması olmayıp, ülkemizde baroların kanunları yapma ve uygulama sürecinde çok etkili olmasındandır.
(3) Suç ve suçlu ile mücadeleyi göz ardı eden diğer bir husus, yakalanan kişinin yakalanmasının hemen sonrası yakını veya belirlediği bir kişiye, herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmaksızın, yakalandığının bildirilmesi hakkının tanınmasıdır (CMK m.95/1, AY m.19/6).
Her ne kadar bu hak, yakalanan kişinin ani kaybolmasını açıklamak için aile bireylerinin muhtemel kaygısını yok etme ve şüpheliye sağlanan yakalamaya itiraz etme veya kendi istediği avukatı talep etme haklarına işlerlik kazandırma açısından önemli olsa da, özellikle organize suçlarda, henüz delillerin tam olarak toplanmadığı ve muhtemel suç ortaklarının tam olarak tespit edilmediği bir aşamada, yakalanan kişinin dilediği bir yakınına yakalandığının bildirilmesi suç soruşturmasına zarar verebilir. Burada da, terör ve organize suçlar ile mücadele kapsamında, sanığın yakınları ile haberleşme hakkının belirli bir süre (6-8 saat) sınırlanabilmesi gerekir.  Haberleşme hakkının kısıtlandığı bu kısa süre zarfında, gerek şüphelinin evinde veya işyerinde yapılacak arama ile bazı delillere ulaşılacak veya diğer suç ortaklarının yakalanması için operasyonlar düzenlenecektir.
Her ne kadar CMK m.95’e göre, şüphelinin yakınına veya belirlediği kişiye yapılacak bu bildirimin Cumhuriyet Savcınsın emriyle yapılması gerekmekte ise de, bu bildirim gecikmeksizin yapılacağından, C. Savcısının bu bildirimi geciktirme yönünde takdir yetkisi kullanmasına imkan veren bir durum söz konusu değildir.
(4) Yine 1992 CMUK değişiklilikleri ile getirilen ve CMK’da mağdura da tanınarak genişletilen (CMK m.153), avukatın dava dosyasında yer alan 3 belgeyi (ifade tutanağı, bilirkişi raporları ve şüphelinin hazır bulunmaya yetkili olduğu diğer işlemlerle ilgili tutanakları) her halükarda incelemesi yolu da, örgütlü suçlarda, soruşturma boyunca kısıtlanmalıdır.  
Kural olarak gizli olan ve gizlilikteki amacı yakalanamayan diğer kişilere ve toplanamayan diğer delillere ulaşma olan soruşturma evresinde, özellikle şüphelinin ifade tutanağı ile şüphelin hazır bulunduğu ortamda düzenlenen diğer tutanakların diğer suç ortakları veya mağdur tarafından öğrenilmesi suçla mücadeleyi zorlaştıracaktır. Bu tutanaklardaki bilgilerin içeriğine göre,  yakalanmayan suç ortakları ulaşılamayan delilleri yok edecek ve kendilerinin yakalanmasının  önüne geçecek tedbirleri alacaktır.
Aslında olması gereken, CMK’nın yaklaşımının tersine döndürülerek, örgütlü suçlarda, soruşturma evresinde, müdafiin dava dosyasını incelemesinin kural değil istisna haline getirilmesidir.. Daha değişik bir ifade ile, müdafii veya vekilin dava dosyasını incelemesi ve belgelerden örnek alamaması kural olmalı, ancak bu hakkın kullanılması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürmemesi halinde mümkün olmalıdır.
CMK’daki bu eksikliği kısmen telafi etmek amacıyla, yeni Gözaltı Yönetmeliği, soruşturma dosyasının incelenmesini ve dosyadan örnek alınmasını C. Savcılığından yazılı emir alınması şartına bağlamıştır.(m.22/1)  Esasen bu yaklaşımın, kolluğun, C. Savcısının yazılı emri olmadan hiçbir işlem yapamayacağını öngören yeni CMK’nın felsefesine de uygun olduğundan, CMK m.153’e aykırı bir düzenleme olduğu söylenemez.  Yönetmelikteki bu düzenleme ile, aslında, hangi belgenin  müdafii ve vekile verileceğinin suç soruşturması açısından sakınca doğurup doğurmayacağı konusunda C. Savcısından görüş istenmektedir.  Ancak, bu düzenleme, yukarıda söylenen üç belgenin her halükarda incelenmesinin engellenmesi anlamı taşıyamaz.   
Bu hakkın savunmaya verilmesindeki amaç, iddianamenin içeriğine göre savunmanın içeriğinin hazırlanmasına imkan tanımak olduğuna göre, soruşturma tamamen sonlandırıldıktan (24 veya 48 saat) sonra bu hakkın tanınması, şüphelinin daha sonraki yargılanmasının adil olmasını engelleyecek, savunma üzerinde gereksiz bir sınırlama olarak kabul edilemez.  Savunmanın, soruşturmanın içeriğine göre savunma hazırlamak için her halükarda yeterli zamanı olacaktır.
Masumiyet kural olduğu için avukatların da devamlı olarak suç örgütleri adına çalıştığını kabul etmek ve bilgi taşıyıcısı olarak görmek yanlıştır.  Fakat, hak ve yetkileri kötüye kullanma ihtimali bütün insanlar için geçerli olduğu gibi avukatlar için de geçerlidir. Hukuk sistemleri varlığını devam ettirebilmeleri için, istisnai durumlarda, hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasının önüne geçecek tedbirleri de alması gerekir. 
(5) CMK’da, suçla mücadeleyi gereksiz yere zaafa uğratabilecek diğer bir yaklaşım, gecikmesinde sakınca olan hallerde dahil, bir C. Savcısı veya hakim kararı olmadan, kolluk görevlilerinin herhangi bir soruşturma işlemine başvurmalarının ve kendiliğinden yetki kullanmasının (koruma tedbirinin gerekliliğine karar vermesinin) istisna haline getirilmesidir. Bu doğrultuda yapılan en önemli değişiklik, CMUK m.156’nı kaldırılması ve bu maddenin yerine alternatif bir düzenleme getirilmiş olmamasıdır.
Hatırlanacağı üzere, CMUK m.156’ya göre, suç haberini alan kolluk görevlisi, suçun aydınlatılması için lazım gelen acele tedbirleri alabilmekte, neticeyi C. Savcısına bildirerek soruşturma evresini sonlandırabilmekte idi.[2] Yeni CMK, kolluktan kendiliğinden harekete geçme yetkisini almaktan başka, gecikmesinde sakınca olan hallerde dahi, istisnai birkaç soruşturma (koruma) tedbiri dışında, kendi insiyatifini kullanarak herhangi bir yetki kullanma (bir koruma tedbirine başvurma) yolunu kapatmaktadır.
Yeni CMK’nin öngörüsüne göre, kolluk suç haberi alabilmekte (CMK m.158) ancak aldığı suç haberini C. Savcısına hemen bildirmesi gerekmektedir. Bir suçun işlendiğini öğrenen C. Savcısı da,  işin hemen hakikatini (iddia edildiği gibi bir suç işlenip işlenmediğini, işlendi ise failinin kim veya kimler ve delillerinin neler olduğunu) araştırmaya başlamak zorundadır. (CMK. m.160/1)  C. Savcısı bu araştırmayı bizzat veya emrindeki adli kolluk aracılığı ile yapacaktır. Adli kolluk görevlileri C. Savcısının emirlerini gecikmeksizin yerine getirecek  ve bu sırada elkoydukları olaylar, yakalanan kişiler ve uygulanan tedbirler hakkında C. Savcısını bilgilendirecektir. (CMK m.160/2)[3]  C. Savcısı, adli kolluk görevlilerine emirleri yazılı, acele hallerde sözlü olarak verir. Sözlü emir en kısa sürede yazılı olarak da bildirilir. (CMK m.160/3)
Her ne kadar hukuku iyi bilen birisi ile suç soruşturmasını kontrol etme düşüncesi orijinal bir düşünce gibi gözükse de, kanımızca, her suçun C. Savcısının emri doğrultusunda araştırılması, alınacak tedbirlerin tek tek neler olduğunun C. Savcısınca belirlenecek olması büyük bir strateji hatasıdır.
Her şeyden önce, Kanunun bu öngörüsünü uygulayabilmek için karakol sayısı kadar C. Savcısına ihtiyaç vardır. Mevcut şartlar altında, her suç soruşturması için C. Savcısına ne yapılacağının sorulması, yine her suç soruşturması için soruşturmanın başında bizzat bulunması mümkün olmayan bir savcının, odasından, suçun aydınlatılması için alınması gereken tedbirleri öngörmesi ve buna göre strateji belirlemesi ve kolluğu yönlendirmesi mümkün değildir.  Olay yerinde bulunan ve olayı daha iyi değerlendirebilecek olan kolluğun,  kendi amirinin emri ile, en azından gecikmesinde sakınca olan hallerde, bazı soruşturma tedbirlerini başvurabilmesi gerekir.
Esasen, olay yerinde bizzat bulunmayan bir savcı kendisini kolluğun anlattıkları ile bağlı hissedecek, talep edilen yetkinin veya tedbirin kullanılmasına izin vermek zorunda kalacaktır.  Yeni sistem, suç soruşturmasının sahibini tamamen C. Savcısı yaptığından, Savcı soruşturmanın başarısını kendi başarısı olarak görecek, bu amaçla kolluğun talep ettiği her türlü tedbirin alınmasına ya bizzat izin verecek yada bu yönde karar alınması için hakimi ikna etme yoluna gidecek, ve neticede, kanun koyucunun öngörüsünün aksine, kolluk üzerindeki denetimi eskisine göre daha da zayıflayacaktır. 
Daha basit bir ifade ile, toplam savcı sayısının henüz 3000’e ulaşmadığı hatırlanırsa, bu sayıda C. Savcısının  500.000 civarındaki genel ve özel kolluk görevlisini yönlendirmesi maddi olarak imkansızdır. Diğer bir gerçek de, ülkenin % 91’inde, kırsal kesim olduğu öngörüsü ile, iç güvenliği hala jandarma sağlamaktadır. C. Savcısının ilçeden kırsal kesimdeki jandarmayı yönlendirmesi ve bazı işlemleri bizzat yapmak için hazır  orada bulunması mümkün değildir. Bu sebeple olsa gerek, CMK bazı maddelerinde, kendisi ile çelişme pahasına, suç soruşturmasının başında hazır olmasını istediği C. Savcısına ulaşılamayabileceğini kabul etmektedir. Burada, cevaplanması gereken soru, bu iletişim çağında, uygulamada hangi sebep, C. Savcısına ulaşmaya engel teşkil edecektir.  Bu sebep, C. Savcısının iş yoğunluğu ise, geçmişe göre daha iyi hukuk eğitimi alan ve geçmişteki ilkokul mezunlarını iki yıllık yüksek okul mezunları ile değiştiren kolluk teşkilatı neden soruşturmada tamamen devre dışı bırakılmıştır?
Ayrıca, arama ve elkoymada olduğu gibi, gecikmesinde sakınca olan hallerde dahi yazılı emir alınmasını öngören düzenlemeler soruşturmanın yapısına aykırı düzenlemelerdir.  Gecikmesinde sakınca olan hal, o işleme hemen başvurulmadığı takdirde o işlemin yapılmasından elde edilecek faydanın kısmen veya tamamen ortadan kalkacağı hal demektir.  Böyle bir durumda, hem C. Savcısına ulaşılacak hem de C. Savcısı bu emrini yazılı olarak vermek durumunda kalacaktır. Bu süreç ise, çoğu zaman, ulaşılmak istenen delillerin kaybolması veya ulaşılmak istenen kişinin kaçması anlamına gelecektir.  
Dolayısıyla olması gereken, CMUK m.156’yı tekrar, CMK’ya tekrar geri almaktır. Bazı suçlarda ve özellikle gecikmesinde sakınca olan hallerde, kolluk, suç soruşturmasını bizzat yönlendirebilmeli, sonuç hakkında C. Savcısını bilgilendirmesi yeterli olmalıdır. Tüm Kıta Avrupası hukuk sisteminde kolluğa verilen bu yetkinin, bizde, kolluktan alınması için bir sebep yoktur. Kaynak Alman CMK’sında ve diğer AB üyesi ülkelerde bir polis memur bile yeni CMK’nın kolluk amirine bile vermediği yetkileri kullanabildiğine göre, sebep, herhalde, Türk hukukunu AB hukuku ile uyumlu hale getirmek olmasa gerektir.
Dünyada, genel olarak, C. Savcısı kolluk ilişkisini açıklayan iki temel durum vardır;  Anglo-Amerikan Hukuku Sisteminde, kolluk suç soruşturmasını kendisi yürütür. Bu sırada C. Savcısı kolluğu yönetemez ve yönlendiremez. C. Savcısı dava açma tekelini elinde bulundurmakla beraber, suç soruşturması açısından danışman durumundadır. Çünkü,  suç soruşturması teknik bir iştir, bunu bu konuda özel bir eğitim alan kolluk yürütür.  Elde edilen deliller toplanır C. Savcısına sunulur. C. Savcısı delillerin dava açmak için yetersiz olduğunu düşünüyorsa kolluktan ek delil toplanmasını ister. Deliller savcıya tam olarak sunulmadan önce de işbirliği yapılarak hukuki konularda görüş almak amacıyla savcıyla ilişkiye geçilebilir. C. Savcısı, kolluğun suç işlemesi gibi istisnai durumlarda, kolluktan da faydalanarak, suç soruşturmasını kendisi yönetebilir. Kıta Avrupası Hukuk Sisteminde ise, terör ve organize suçlar gibi önemli suçların soruşturmasını C. Savcısı bizzat kendisi yürütürken, diğer suçların soruşturmasını kolluğa bırakmıştır.  Bu hukuk sisteminin hakim olduğu ülkelerde, uygulamada, C. Savcısı önemli suçlarda da soruşturmayı tamamen kolluğa bırakma eğilimindedir.
  Hal böyle iken, Türk kanun koyucunun, suç ayrımı yapmaksızın, gecikmesinde sakınca olan istsinai durumlarda dahi, C. Savcısının suç soruşturmasını adım adım yönetmesini talep etmesi, yani itham işi ile suç araştırması işini tek makamda toplamak istemesi bize mahsus olup, uzun vadede C. Savcılığını kolluklaştıracağından ve kolluk üzerindeki C. Savcısı denetimini kaldıracağından dolayı tehlikelidir.   
Yeni CMK’ya göre kolluğun bir C. Savcısı veya Hakim kararı olmadan, C. Savcısının genel emri (talebi) ile yapabileceği rutin işlemler şunlardır. 
(1)   CMK m.250’de sayılan suçlar için yer gösterme (CMK m.85/1)
(2)   Ölünün kimliğini belirleme (CMK m.86/1)
(3)   Kuvvetli suç şüphesinin oluştuğu durumlarda yakalama (CMK m.90/2)
(4)   Suçüstü hallerde yakalama (CMK m.90/1)
(5)   Yakalama işlemini gerçekleştirmek için zor kullanma (silah kullanma  ve kelepçe takma dahil)(PVSK ek m.6, m.16, CMK. m.93)
(6)   Yakalama emri düzenleme (CMK m.98)
(7)    (C. Savcısına ulaşılamadığı hallerde) Kamuya açık alanlarda arama (CMK m.119)
(8)   (C. Savcısına ulaşılamadığı hallerde) Elkoyma (CMK m.127)
(9)   (C. Savcısına ulaşılamadığı hallerde) Kamuya açık alanlarda olay yeri incelemesi (Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği, m.9)
(10)                Şüphelinin ilk ifadesinin alınması (CMK m.147)
(11)                Olay yerinde alınan tedbirlere uymayanları men etme (CMK m.168)
CMK m.161’deki genel düzenlemenin dışınca, CMK m.90’da, kolluğun yakalama sonrası nasıl hareket edeceği özel olarak düzenlenmiştir. Buna göre, doğrudan yetki kullanması mümkün olan yukarıda sayılan durumlar söz konusu olsa bile, yakalama sonrası yapılacak işlemlerin neler olduğuna karar verecek yine C. Savcısıdır. Zira CMK’ya göre, kolluk, yakalama sonrası, yakalanan kişi ve olay hakkında C. Savcısına hemen bilgi verecek ve emri doğrultusunda işlem yapacaktır. (CMK m.90/5)
Bu yetkilerin dışında kalan ve CMK da yer alan diğer yetkiler ya bizzat C. Savcısı tarafından kullanılacak,  yada kolluğun bu yetkileri kullanabilmesi için C. Savcısı veya hakim kararı gerekecek veya kolluk dışındaki kişiler C. Savcısının veya Hakim kararının gereğini yerine getirecektir.
Bu yetkiler, tanık dinleme, bilirkişi incelemesi talep etme, şüpheli ve sanığın beden muayenesi ve vücudundan örnek alma, moleküler genetik inceleme, fiziki kimliğin tespiti, ölünün adli muayenesi, otopsi, gözaltı, gözaltı işlemlerinin denetimi, yakalama işlemini yakınlarına bildirme, belge ve kağıtları inceleme, taşınmazlara, hak ve alacaklara elkoyma, postada elkoyma, avukat bürolarında arama, elkoyma, şirket yönetimi için kayyım tayini, bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma, iletişimin tespiti, mobil telefonun yerinin tespiti, iletişimin dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi, gizli soruşturmacı görevlendirilmesi, teknik araçlarla izleme, şüpheli ve sanığın zorla getirilmesi, şüphelinin aynı olayla ikinci ifadesinin alınması, bilgi isteme olarak sıralanabilir.
(6) CMK’da yer alan, suçla mücadele açısından eleştirilmesi gereken diğer bir husus,  tanıkların çağrılması ile ilgili maddenin ve dolayısıyla tanıklıkla ilgili düzenlemelerin, tanığın sadece C. Savcısı, hakim veya mahkeme önünde dinlenmesi halinde geçerli olacağını öngören hükümdür. (CMK m.43/5) 
Daha önceki CMUK döneminde de C.Savcısı tanık dinleyebilmekte fakat yeni CMK’da olduğu gibi kolluğun tanık çağırması ve dinlemesi yönünde açık bir yasak olmadığından, kolluk, CMUK’un genel mantığı içinde C. Savcısı adına tanık dinleyebilmekte idi. CMK’daki bu açık düzenleme karşısında, bundan sonra, kolluk dinlemek için tanık çağıramayacak, hemen çağıramadığı için de tanık dinleyemeyecektir.[4] Diğer bir ifade ile, kolluk, bir suç sonrası, bilgi almak amacıyla, nasıl bir vatandaş diğer bir vatandaşa işlenen suç hakkındaki merakını gidermek için bazı sorular sorabiliyorsa, kolluk da bir suç sonrası, suç hakkında bilgisi olan kişilere soru sorabilecektir. Kolluğun bilgi almak için soru sorduğu kişiler, tanık sıfatına sahip olmadıkları için, CMK’da tanık olmanın neticeleri bu kişiler için geçerli olmayacaktır. 
Başka bir deyişle, kolluğun bilgisine müracaat edeceği kişiler, bilgi almak için çağrıldığında gelmek zorunda olmayacaklar, gelseler bile bilgi vermek zorunda kalmayacaklar, bilgi verseler bile söyledikleri doğru olmak zorunda olmayacaktır.  Bu engelleri aşmak için, kolluk, suç hakkında bilgi sahibi olduğunu düşündüğü, fakat kolluğun çağrısına uymayan ve kendisine bilgi vermeyen kişilerin isimlerini C. Savcısına vererek (isimlerini öğrenebilirse)[5] davet ettirecek ve C. Savcısının dinlemesini sağlayacaktır.   
Fakat, her suç sonrası, kolluk, bu süreci işletmek için geniş bir zaman dilimine sahip olmayacaktır. Suç genelde sokakta ani gelişen bir olgudur. İşlenen bir suç sonrası hemen olay yerine gelen kolluk, olay hakkında bilgisi olan kişileri tanık olarak dinleyemez veya bu amaçla davet edemezse, en azından isimlerini öğrenemezse, bu tanıklar kaybolacak ve bir daha kendilerine ulaşılamayacaktır. Bu yeni düzenleme ile ise, kolluk, kendisine bilgi vermek istemeyen ve olay yerinden ayrılmak isteyen olayın tanıklarının ne isimlerini öğrenebilecek ne de olay yerinden ayrılmasına engel olabilecektir. 
“Kolluğa tanık dinlemesi yetkisi verirsek tanığı sanık yapar” diyerek CMK m.43’e 5.fıkrayı ekleyenlerin ve her fırsatta kolluğun yetkilerini kısıtlamadığını söyleyenlerin bu yeni durumun suçla mücadele açısından doğuracağı zaafiyeti giderme adına da, muhakkak verecekleri bir cevabı olması gerekir. 
Bizce, suçla etkili bir mücadele ortamı hazırlamak için, kolluk, gecikmesinde sakınca olan hallerde, C. Savcısı adına tanık dinleyebilmelidir. Tanık dinlemeye alternatif olarak gösterilen bilgi alma ise tanık dinlemeden farklı bir işlemdir.  Bilgi alma, bir suç sonrası, olay hakkında bilgi sahibi olması muhtemel olan kişilere tek tek müracaat ederek ve gerekirse olay yerindeki evleri ve işyerlerini tek tek ziyaret ederek bilgi kırıntıları toplamaya imkan veren ve olayın tanıklarını tespit etmeye yarayan bir müessesedir ve bu işleme tabi tutulan kişiler için herhangi bir bağlayıcılığı veya yaptırımı olmadığı için de hiçbir zaman tanık dinlemeye alternatif bir yetki olarak görülemez.
(7)  Esasen kollukta olması gereken yer gösterme yetkisinin, C. Savcısınca bizzat yapılmasını istemenin de bir anlamı da yoktur. (CMK m.85) C. Savcısının bizzat kendisinin şüphelinin ifadesini almadığı bir soruşturmada ifade almanın devamı niteliğinde olan ve ifade sırasında verilen bilgilerin doğruluğunu test etme imkanı veren bir işlemde, C. Savcısı kolluğun yapamadığı hangi işlemi yapacak ve hangi açıdan şüpheli için bir garantör olacaktır. Eğer kolluk ifade alabiliyorsa yer gösterme işlemi de yapabilmelidir. Kaldı ki, bu yetki CMK m.250’de sayılan suçlar için kolluğa verilmiştir. Bu suçlar için yer gösterme yapabiliyorsa basit suçlar için yer gösterme yetkisini kullanamamasının sebebi ne olabilir.
Burada izaha muhtaç olan diğer bir husus da, CMK m.250’de sayılan suçların bizzat C. Savcısı tarafından araştırılması gerekirken bu suçlarda yer gösterme yetkisinin neden kolluğa verildiğidir.  Tam tersine, bir sınırlama getirmek gerekiyorsa, kolluğun bu yetkisini CMK m.250 de sayılan suçlar için kullanamaması gerekir.
Diğer hatırlanması gereken bir husus, CMK m.183 ile, adli bir işlem olan yer gösterme sırasında çekim yasağı getirildiğinden, kolluğun medya ile birlikte olay yerine giderek kişilerin lekelenmeme hakkına zarar vermesinin yolu kapanmıştır.
Bu nedenle, yer gösterme işlemi, C. Savcısının talebi halinde, özellikle basit suçlarda, kolluk tarafından yapılabilmeli, böyle önemli bir işlemin, C. Savcılarının iş yoğunluğu sebebi ile yapılması ihmal  edilerek, bir müddet sonra unutulmasına fırsat verilmemelidir.  
(8) Etkili bir suç soruşturması süreci için, gecikmesinde sakınca olan hallerde dahi, her ne kadar sadece konut, işyeri ve kamuya açık olmayan yerler ile sınırlı tutulmuş olsa da, arama ve elkoyma yapılmasının savcının yazılı emrine bağlanması yanlıştır. Çünkü, konut, işyeri ve diğer kamuya kapalı alanlarda, arama öncesi, her ne kadar yakalanması gereken bir kişinin kaçmasını engelleyici tedbirler alarak, bu hükmün suç soruşturmasına vereceği zarar engellense bile, C. Savcısına ulaşana kadar geçecek süreçte konutta veya işyerinde ulaşılacak bir delilin yok edilmesi engellenemez.
Kaldı ki, uygulamada suç soruşturmasını bizzat yönetme imkanı olamayacak ve çoğu zaman soruşturmanın dışında kalacak olan C. Savcısı, kolluğun konutta veya işyerinde arama yapmak istemesi halinde kolluğun talebi ile kendisini bağlı hissedecek, kolluğun aramayı haklı kılan makul şüphenin varlığını ortaya koyan olay hakkındaki değerlendirmesinin doğruluğunu hiçbir zaman test edemeyecek ve talep edilen arama kararlarını verecektir.
Dolayısıyla kanun koyucunun garantör olarak öngördüğü C. Savcısı, uygulamada, birçok alanda olduğu gibi bu noktada da kendisinden beklenen fonksiyonu icra edemeyecektir. İstisnai olarak arama taleplerinin C. Savcısınca ciddi olarak sorgulanması ve taleplerin genelde ret edilmesi halinde de, kollukta “bana ne” anlayışı gelişecek, her şüpheli olayın üzerine gitmeyecektir. Bundan da, neticede, zarar görecek olan kamu ve kamu düzenidir.
Aynı şekilde, sokakta gelişen ve hemen arama yapılması gereken olaylarda, çoğu zaman ekip halinde dolaşan kolluk memurları amirlerine ulaşamayacak, bu durumda ya arama yapmayacak ya da arama yapacak arama kararını sonradan kolluk amirinden alma yoluna gideceklerdir. Bu durumda da, kolluk amiri kişilerin keyfi aranmasının önünde bir engel olmayacaktır. Kaldı ki, kolluk amiri hiçbir zaman aynı kültürün bir parçası olan memurunun arama talebini ret etmeyecektir.
Arama ile ilgili bu düzenlemeler göstermektedir ki, uygulamanın reflekslerini dikkate almadan hazırlanan bir hükmün yaşama şansı yoktur. 
Burada esas sorgulanması gereken, tüm AB üyesi ülkelerde, gecikmesinde sakınca olan hallerde kolluk memurları dahi şüphelendiği kişilerin üzerinde, eşyasında, evinde veya işyerinde doğrudan arama yapma yetkisine sahip iken, Türkiye’de, kolluk memurundan arama yetkisinin neden alındığıdır. Bu düzenlemenin muhtemel sebebi, kolluğun geçmişte arama yetkisini keyfi kullanmış olmasıdır. Burada, bu yetki elinden alınarak cezalandırılan kolluk gibi gözükse de, kesin olan bir husus vardır ki o da bu düzenlemenin suçla mücadeleye zarar vereceğidir.
Bir yetkinin keyfi kullanmasının çözümü bu yetkinin o kişi veya kurumdan alınması, nerede, ne zamandan beri çözüm olarak kullanılmaktadır? Bu yetki yarın C. Savcısı tarafından da kötüye kullanılmaya başlanırsa bu yetkinin yeni  sahibi kim olacaktır?
Dolayısıyla, etkili bir suçla mücadele açısından izlenmesi gereken yol, kolluktan yetkilerin alınması yerine, kolluğun, sahip olunması gereken yetkilerle donatılması ve kendisine güvenildiğinin gösterilmesi, yetkilerini kötüye kullandığında da, ceza hukukunun ve tazminat hukukunun müeyyidelerinin etkili şekilde kullanılması ve kesinlikle korunması yoluna gidilmemesidir.
(9) Şüphelinin müdafiin hukuki yardımından faydalanmasının önündeki “soruşturmayı geciktirmeme” şartının kaldırılıp, şüphelinin avukat istemesi halinde (bunun gözaltı süresinin bitmesi anlamına gelse dahi) ifade alma işlemine başlanmasının imkansız hale getirilmesi, CMK’nın suçla mücadele etme kaygısı taşınmadan hazırlandığının diğer bir göstergesidir. (CMK m.147/1(c))
Hatırlanacağı üzere, CMUK m.135/1(3) gereği, şüpheli, isterse, müdafiin soruşturmayı geciktirmemek şartı ile ifade ve sorguda hazır bulunması halinde, hukuki yardımından yaralanabilmekte idi. Bu amaçla, Gözaltı Yönetmeliğinde, müdafiin gelmesi için makul süre bekleneceği, gelmediği takdirde ifade alma işlemine başlanacağı belirtilmekte idi.
CMK m.147/1(c), müdafiin hukuki yardımından yararlanabilmek için, müdafiin soruşturmayı geciktirmeme şartını kaldırdığı için, şüphelinin müdafii talep etmesi halinde, barodan avukat görevlendirilemeyecek, müdafii gelmeden de ifade alma işlemine başlanamayacaktır. Özellikle örgütlü suçlarda, bunu öğrenen örgüt üyeleri bu düzenlemeyi kötüye kullanarak kendi avukatlarını talep edecek ve gözaltı süresi bitmesine rağmen bir türlü beklenen avukat gelmeyeceği için de ifade alma işlemine başlanamayacaktır. Bu da, ifade alma işlemi gibi önemli bir yetkinin kullanılamaması anlamı taşıyacaktır.   
Her nasılsa, müdafii olmadan ifade alınması halinde de, müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade hakim ve mahkeme huzurunda doğrulanmadıkça hükme esas alınamayacağından, bu ifade, hukuken bir anlam ifade etmeyecektir. (CMK m.148/4)
Bununla beraber, üst sınırı 5 yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda istem aranmaksızın bir müdafi görevlendirileceği için, bu yeni düzenlemenin meydan getireceği zarar 5 yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar için söz konusu olmayacaktır.
Bu nedenle, şüphelinin barodan ücretsiz avukat görevlendirilmesini kabul etmemesi ve kendi avukatını talep etmesi halinde, CMUK döneminde olduğu gibi, şüphelinin müdafiin gelmesi için makul bir süre beklenmeli, daha sonra  ifade alma işlemine başlanabilmelidir.
(10) CMK’da, eleştirilmesi gereken diğer bir husus, ifade alma sırasında şüphelinin hukuki yardımından yararlanabileceği avukat sayısının birden üçe çıkarılmasıdır. Barodan görevlendirilen avukat sadece bir avukat olabileceği, şüphelinin kendi avukatı gelince devletçe görevlendirilen avukatın görevi otomatik olarak sona ereceği için, bu üç avukat her halükarda şüphelinin kendi avukatları olacaktır. 
Burada merak edilen husus, acaba üç avukat daha önce bir avukatın yapamadığı hangi hususu gerçekleştirecek ve şüpheliye sunacaktır. Bu düzenlemedeki muhtemel sebep, ifade odasındaki psikolojik üstünlüğü kolluğa kaptırmayarak, şüphelinin psikolojik olarak ezilmesine engel olmak olabilir.  Eğer amaç bu ise, kanun koyucu bir adım daha ileri giderek, özellikle örgüt mensuplarının ifadesinin gözaltı birimlerinde değil evlerinde veya işyerlerinde alınması yönünde bir hüküm koymalı ve psikolojik baskı unsurlarını tamamen ortan kaldırmalıdır. Çünkü gözaltı birimi yapısı itibari ile baskıcı bir ortam olup salt o ortamda  bulunmak bile başlı başına şüphelinin iradesi üzerinde bir baskı oluşturur.
Hatta, örgütlü suçlarda, bu baskıyı tamamen ortadan kaldırmak için, ifade alma yetkisi kolluktan tamamen alınabilir.
Suçun aydınlatılmasında ifade alma işlemi gerçekten önemli ise, duruşmanın düzeninin sağlanmasını düzenleyen hükümler nasıl CMK m.203 vd. koyulmuş ise, özellikle 3 avukatın birlikte hazır bulunduğu durumlarda, CMK m.147 ’de de, ifadenin disiplin içinde alınmasını sağlayan bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Özelikle örgütlü suçlarda, avukatların tutum ve davranışları ile ifade alma işlemini imkansız hale getirmesi, şüpheli yerine geçip sorulara cevap vermesi hallerinde, hakkını kötüye kullanan avukata nasıl davranılacağı hususunu düzenleyen hükümlere ihtiyaç vardır. 
(11) İfadesi alınan şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında ikinci ifade alma işleminin sadece C. Savcısınca yapılabileceği düzenlemesi de CMK’da insan hakları fanatizmine kaçıldığının diğer bir işaretidir. (CMK m.148/5)
CMK’nın bu yeni bakış açısına göre, bir şüphelinin bir defa ifadesi alınması gerekir.  Aynı olayla ilgili bir şüphelinin ikinci defa ifadesinin alınması yasak sorgu yöntemidir ve çok gerekli ise ancak C. Savcısınca alınabilir.
Burada her ne kadar amaç, şüphelinin susma hakkının korunması gibi gözükse de, her zaman ortaya çıkan yeni delil ve olaylar veya yeni suç ortakları şüphelinin ikinci defa ifadesinin alınması ihtiyacını ortaya koyabilir.
Kaldı ki, şüpheli varsayıldığının aksine ilk ifadesinde susma hakkını kullanmamış, tam tersine etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmış önemli açıklamalarda bulunmuş olabilir. Bu durumda dahi, ilk ifadeyi alan kolluk görevlisinin ikinci ifadesinin muhakkak C. Savcılığınca alınmasını istemenin anlamı nedir? İlk ifadeyi alan kolluk neden ikinci ifadeyi alamaz. Kolluk gerçekten ifade alma noktasında kendisine güvenilmesi gereken bir kişi değil ise, neden birinci ifade alma yetkisi kendisine tanınmıştır? Kanun koyucu gerçekten kolluğa güvenmiyorsa bunu açıkça ifade etmeli, yeni CMK’da nasıl bazı koruma tedbirlerinin bizzat C. Savcısınca yerine getirilmesi isteniyorsa, ifade alma yetkisi de tamamen kolluktan alınıp C. Savcısına verilebilir. Hem bu tür bir yaklaşım, işkence uygulamalarını tamamen ortadan kaldıracaktır.
Kanımızca, ilk ifadeyi alan ve olayın ayrıntılarını bütünü ile bilen, C. Savcısına göre ifade alma konusunda daha teknik bir eğitim alan kolluk görevlisi, C. Savcısının bilgisi ve denetimi dahilinde başlattığı soruşturmayı sonlandırma adına, gerekmesi halinde, gerektiği kadar ifade alma işlemine başvurabilmelidir.  Kanımızca, kanun koyucu, kişi hak ve özgürlükleri adına Türkiye’ye özgü, orijinal kurallar keşfederek fanatizm yapmayı bırakmalı, suçla mücadelenin gerçekleri ile yüzleşmeli ve etkili bir suçla mücadelenin altyapısı ile oynamamalıdır.
Kaldı ki böyle bir düzenleme karşısında kolluk, uygulamada, hiçbir zaman gerçekleştirdiği ilk ifade alma işlemini bitirmeyecek, ikinci ve üçüncü ifadeler hep ilk ifadenin devamı telakki edilecek ve uygulamanın realitelerini görmezlikten gelen bu hüküm hiçbir zaman realize edilemeyecektir. İş yoğunluğu arasında bunalan C. Savcısı da her soruşturmada ikinci ifade alan  konumuna düşmeyecek, gerekirse, kolluğun kendi adına aldığı ikinci  ifadeye imzasını atarak bu ifadeyi de sahiplenecektir.
(12) Sadece adli para cezasını gerektiren ve hapis cezasının üst sınırı bir yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verme yolunun kapatılması da suçla mücadele açısından bir hatadır. Kanun da sayılan bu hallerde de, kişi kaçacak ve kendisine bir daha ulaşılamayacak olabileceği gibi delilleri karartabilecektir. Her ne kadar, hapis cezasının her halükarda para cezasına çevrileceği veya para cezası verilecek bir durumda kişinin özgürlüğünün kısıtlanması orantılılık ilkesine aykırı gibi gözükse de, kanun koyucu getirdiği bu tutuklama yasağı ile, şüpheliye, adeta, “ister kaç, ister delilleri karart, umurumda değil” mesajı vermektedir.
 Halbuki, sınırlı olarak sayılan durumları kapsayan suçlarda da, yapılacak yargılamanın bir anlam ifade etmesi için delillerin karartılmamış olması, verilecek kararın kağıt üzerinde kalmaması için sanığın ya özgürlüğünün kısıtlanmış olması ya da her an ulaşılabilecek durumda tutulmuş olması gerekebilecektir. Henüz kimin nerde yaşadığının kayıt altında olmadığı bir ülkede adli kontrol düzenlemesinin de bir çözüm olmayacağını öngörülebilmesi gerekir.
Ayrıca, tutuklamayı istisna yapma adına, tutuklama nedenlerini her geçen yıl yok etme çabası da anlaşılır değildir. Tam tersine toplumun ihtiyaçlarına göre tutuklama nedenleri gözden geçirilerek gerekirse genişletilmelidir. Bu maksatla, özellikle, şüphelilerin tekrar suç işleme ihtimali özellikle suç işlemeyi meslek haline getirmiş olması, suçun mağdurlarından rövanşı alma ihtimali ve serbest bırakmanın toplumdaki adalet duygusunu rencide edecek olma halleri, CMK’ya, yeni tutuklama nedenleri olarak eklenmeli, ve bu hususların takdirinde hakime güvenilmelidir. Kolluk gibi hakimlere de yetkilerini kötüye kullanıyorlar diye, tutuklama yasağı getirilerek, belirli durumlar için sınırlı tutulmuş olsa dahi, tutuklama yetkisinin hakimlerden alınması doğru değildir.
 (13) Hak ve özgürlüklerin keyfi olarak çiğnenmesinin önlenmesi adına, iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması, gizli izleme ve gizli görevli kullanma gibi yetkilerin kuvvetli şüphe şartına bağlı olarak kullanılmasına izin verilmesi CMK’daki diğer bir yanlış düzenlemedir. (CMK m.135, 139,140)
            Esasen bu tedbirler bir suç sonrası olayın failleri olan yakalanması gereken kişilerin kimliğini tespit etmeye yarayan, yakalama öncesi başvurulan tedbirlerdir. Dolayısıyla, bu tedbirlere başvurabilmek için, yakalamanın da ön şartı olan “kuvvetli şüphe” standardına ulaştıracak iz, belirti emare ve delil kolluğun elinde olsa, bu tedbirlere başvurmaya zaten gerek kalmaz. Bu nedenle, bu tedbirler için de, yakalama ve hatta tutuklamanın seviyesinde şüphe standardı aramak yanlıştır. Bu nedenle, bu tedbirlere, diğer AB üyesi ülkelerde temel bir standart olan, makul şüphe ile de başvurulabilmelidir.    
            (14) CMK’daki, soruşturma evresinde arama sonucu elde edilen kağıt ve belgelerin sadece C.Savcısı tarafından incelenebilmesini öngören hükmü de anlamak mümkün değildir. (CMK m.122)  Burada amaç kağıt ve belgelerdeki önemli bilgilere kollukça ulaşılmasını engellemek ise, kanun koyucunun, belki de daha özel olan, iletişimin dinlenmesi ve kayda alınması ile ulaşılan bilgilerin, teknik araçlarla yapılan izleme ile elde edilen ses ve görüntü kayıtlarının ve bilgisayarlarda arama sonrası elde edilen bilgilerin, arama sonrası elde edilen belge ve kağıtlardan niçin daha az önemli olduğunu ve kollukça incelenmesine neden izin verdiğini açıklaması gerekir.
            Kanımızca, kolluk, C. Savcısı ile birlikte soruşturmanın sahibi ise ve C. Savcısının bu anlamda en önemli yardımcısı ise, en azından C. Savcısının talebi üzerine bazı belgeleri inceleyebilmelidir.
Özellikle kolluğun yürüttüğü terör operasyonlarında, kişilerin üzerinden çıkacak belge ve kağıtların hemen incelenmesi devam eden bir eylemin önlenmesi anlamına geleceğinden bir zarurettir. Örneğin, kırsaldaki veya şehir dışındaki bir operasyonda yakalanan kişinin üzerinden, arabasından veya çantasından çıkan belgeleri C. Savcısına göndermek ve gelecek sonuca göre eylemi yönlendirmek, suç soruşturması ve  ülke gerçekleri ile bağdaşmamaktadır. Kolluk, arama neticesinde aradığı kişinin üzerindeki bir belgeyi de inceleyerek bir sonraki aşamaya veya neye elkoyacağına da karar veremeyecekse, kanun koyucuya, kolluğun kuruluş ve varlık amacını tekrar hatırlatmak gerekecektir.
Bunu dışında, kolluğun, mali suçlarda C. Savcılarından daha da ileri seviyede,  uzmanlaştığı bir ortamda, bir şirketten elde edilen yüzlerce dosyayı C. Savcısının tek başına incelemesini beklemek uygulamanın gerçekleri ile de örtüşmemektedir. Nitekim uygulamada, Kanunun bu açık yasağına rağmen, C. Savcısı bu klasörleri kolluğa inceletmektedir.
(15) 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç örgütleri ile Mücadele Kanunun 4. maddesinin CMK’ya aktarılmaması ve  CMK m.117’ye benzer bir yaklaşımla,  suç işleme süphesi altında olmayan fakat suçun aydınlatılmasına yarayacak verilerin depolandığı özel veya resmi kişi ve kurumlara ait, kişisel verileri taşıyan kayıtların ve bilgisayar verilerinin incelenme imkanı olmaması da bir eksikliktir.  
(16) Şüphelinin fiziki kimliğinin tespiti işlemi için iki yıllık üst sınır öngörülmesi de yanlış bir yaklaşımdır. (CMK m.81) Kişinin kimliğinin öğrenilmesinin aynı zamanda kamu davası açılmasının bir şartı ve iddianamenin iadesi sebebi olduğu hatırlanırsa, iki yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda, kişinin kimliğini öğrenmek için neden parmak izinin veya fotoğrafının çekilmesinin yasaklandığını anlamak daha da zorlaşmaktadır. İki yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda, parmak izi veya fotoğraf alınamayacaksa kişinin gerçek kimliği nasıl tespit edilecektir?


5. Sonuç

CMK’nın yürürlüğe girmesinin geciktirildiği 2005 Nisanı ile 2005 Haziran dönemi arasında, suçla mücadelenin önündeki engeller, kolluğun talepleri doğrultusunda, büyük ölçüde kaldırılmış olmasına rağmen,[6] görüldüğü gibi,  CMK’da, kişi hak ve özgürlüklerini koruma adına gereksiz ve fantezi olarak görülebilecek bazı hükümler hala bulunmaktadır. Yukarıda büyük ölçüde ele alınan bu düzenlemeler göstermektedir ki, CMK, kişi hak ve özgürlüklerini koruma noktasındaki hassasiyeti, suçla mücadeleyi zaafiyete düşürmeme noktasında göstermemiştir.
Görünen o ki, CMK’da, mecburi müdafiiliğe tamamen geçişin dışında şüpheli ve sanıklara verilecek başka bir hak ve özgürlük kalmamıştır. Diğer bir ifade ile, akla gelebilecek bütün hak ve özgürlükler şüpheli ve sanıklara, maksimum koruma ile, tanınmıştır. Diğer bir ifade ile, hak ve özgürlükler noktasında Türk hukuku tavana vurmuştur.
Bununla beraber, Alman CMK’sındaki ve diğer demokratik ülkelerdeki hak ve özgürlükler seçilerek CMK’ya alınırken, bu ülkelerdeki kolluğa tanınan yetkileri Türk hukukuna getirme noktasında tutucu, çekingen hatta önyargılı davranılmıştır. Halbuki, haklar, yetkiler ile bir bütün olarak bir sistemi tamamlar. Hak ve özgürlük noktasındaki hassasiyet sistemin aynı zamanda sigortası olan yetkilerin tanınması noktasında gösterilmez ise sistemin bütünlüğü bozulacağından, kişilere tanındığı zannedilen haklar da, bir süre sonra, kullanılamaz ve anlamsız hale gelir.
Suçla mücadeledeki yukarıda belirtilen gereksiz engeller dikkate alındığında, CMK’nın bu hali ile uzun süre yürürlükte kalması zordur. Bundan sonraki süreçte, istisnai olarak verildiği gözlenen iletişimin dinlenmesi, gizli izleme gibi  yetkilerin kullanılabileceği katalog suçların listesinin genişletildiği, verilen hak ve özgürlüklerin de özellikle terör ve diğer organize suçlarla mücadele adına kısıtlandığının gözlemlendiği  bir süreç olacaktır.  Ya da, terörle veya organize suçlarla mücadele için çıkarılacak alternatif bir kanun ile kolluğa yeni ve daha sert yetkiler verilecek ve CMK’da şüpheli ve sanıklara verilen haklar organize çalışan ve suç işlemede uzmanlaşmış kişiler açısından sınırlanacaktır. Gerçekten, günümüzde organize suç örgütleri, bir ülkede iktidarı belirleme, ülkenin bir kesimini diğer kesimi ile karşı karşıya getirerek iç savaş ortamı hazırlayabilecek eylemleri gerçekleştirme gücüne ulaşmışlardır. Dolayısıyla, şüpheli veya sanık güçsüzdür, güçlü olan devlet karşısında korunmalıdır şeklindeki 1960’lı yılların anlayışı, örgütlü suçların failleri için geçerli değildir. Bu anlayış ile, günümüzün modern suç örgütleri ile mücadele edilmesi mümkün değildir.
Oluşacak bu yeni dönemde, yokluğu hissedilen kolluk, toplumda çok daha itibarlı bir yer edinecek gibi gözükse de, korkarız ki, hak ve özgürlükler noktasındaki bu gereksiz vurgular, kolluğu, bu süreçten çok daha güçlü çıkaracaktır. Ancak oluşacak bu yeni dönemde, hak ve özgürlükler noktasında bilinçlenen ve profesyonel düşünmeye başlayan kolluğun eskisi kadar “gözü kara” suçla mücadele etmesi beklenmemelidir.
Ayrıca, CMK’daki bu suçla mücadele kaygısının yokluğuna bakarak şu sonucu da çıkarmak mümkün olabilir; Batıda olduğu gibi, bizde de, önümüzdeki süreçte, kolluk, eskiden olduğu gibi suçla mücadele adına hak ve özgürlüklerimizi çiğneyerek yaptığı gibi, korku duymama hakkı açısından korkulacak bir unsur haline gelmekten çıkacaktır. Fakat bu boşluk suç ve suçlularca hemen doldurulacak gibi gözükmektedir.
Gerçekten, her ne kadar, kamuoyunda kolluğun kanunları protesto etmek için bilinçli olarak pasif olarak davrandığı iddia edilse de, gerçek durum şudur ki; 1992’de başlayan ve günümüzde tamamlanan hak ve özgürlükler süreci, kolluğu kendisine açıkça tanınan yetkileri bile kullanma noktasında da çekimser hale getirmiştir. 1992 yılından beri, hukuk kuralları ile kolluğun manevra alanı daraltılmış ve kişilerin hak ve özgürlük alanı genişletilmiştir. Hak ve özgürlüklere tehdit olarak da hep kolluk gösterilmiştir.
Hukuki süreçteki bu hızlı değişimin kollukta oluşturacağı psikolojik etki hesaplanmadan kolluğa fazla yüklenilmiştir.  Neticede, kolluk insan hakları ihlalleri ile etkili mücadele etme anlayışını ve bu değişimi, yanlış bir algılama ile, “suçla mücadele yapmam istenmiyor, o zaman ben de etmem” şeklinde yorumlamaya başlamıştır. Bunun en klasik örneği, kolluğun silah kullanma yetkisini kullanma noktasındaki çekimserliğidir. Yine kolluk, aşırı güç kullanma kaygısı ile olayları görmemezlikten gelmekte,  müdahale etmemeyi tercih etmekte, devam eden bir olayın sonuçlanmasını beklemektedir.
Yine kolluk, ülkede, insan haklarının tek ihlal edicisi olarak gösterilmekten bıkmıştır.  Suçla mücadele ister istemez hak ve özgürlükleri ihlal etme riski taşıdığından dolayı da suçla mücadele düşüncesine soğuk bakmaya başlamıştır. Bu nedenle, kolluk, uygulamada,  suçla mücadele birimlerinde görev almaktan kaçınmakta, polis eğitim kurumlarına ve idari birimlerde görev almak için büyük bir çaba göstermektedir. 
Bu sonuçlar, ülkedeki hızlı ve bilinçsiz değişimin, kolluğa bakan, istenmeyen sonuçları olarak da değerlendirilebilir.
Bunda sonraki süreçte, kolluk, illegalite olarak algılanabilecek gri alanlarda yetkilerini kullanmama eğilimindedir. Diğer bir ifade ile, bu yeni dönemde, C. Savcısı suçun aydınlatılmamasını, eksik soruşturulmasını ne kadar problem yapıyorsa, kolluk da o kadar problem yapmaktadır. Başka bir bakış açısı ile de, kolluk, çok daha profesyonel davranmaya başlamış, “vatan”, “millet” gibi kutsal değerler adına kendi mesleki geleceğini tehlikeye atmama noktasında daha hassas davranma sürecine girmiştir.
Aslında amaç, dengeli bir değişim ile, ne kolluğu suçla mücadelede etkisiz kılmak, ne de kolluğu korkulacak bir unsur haline getirmek olmalıdır. Olması gereken, Batı da olduğu gibi, Türk CMK’sında da  kişi hak ve özgürlükleri ile suçu önleme değerleri arasında denge sağlanmalıdır.  Kolluk, suç ve suçlularla mücadelede daha etkili hale getirilmeli, bu yapılırken de kolluğun kişi hak ve özgürlük alanına müdahale etmesini engellemek için de gerekli hukuki ve sosyal tedbirler alınmalıdır.
Bu çerçevede, şu da belirtilmelidir ki, uygulamada sık sık dile getirilen “kolluğun önleyici yetkilerine dokunmadık” cümlesi de anlamsızdır. Zira, kolluğun önleyici yetkilerinin olduğu varsayılan Polis Vazife ve Selahiyat Kanunu (PVSK) incelenirse görülecektir ki, dün olmadığı gibi, bugünde  PVSK’da kolluğa verilen (önleme araması, önleme dinlemesi gibi) birkaç yetki dışında önleyici yetki yoktur.
Ayrıca, PVSK, her ne kadar adli makamlarca uygulamada yok gibi algılanıyor olsa da, sadece sözde önleyici yetkilerin yer aldığı bir kanun olmayıp,  kısmen de olsa kolluğun adli yetkilerinin de bulunduğu bir kanundur. Bununla beraber, PVSK, CMK’daki yeni değişiklikler sonrası, ne kadar geçerli olduğu tartışılan, yeniden hazırlanması gereken,  demode olmuş bir kanundur.
Bunların dışında, kanımızca, kolluğu kişilerin hak ve özgürlükleri için bir korku unsuru hale getirilmesinin önlenmesi için, aşağıdaki hususların gerçekleştirilmesi için yoğun çaba harcanması gerekir;
1.                            Suçun faillerini bir an önce bulma noktasında, kolluk üzerindeki kurumsal ve toplumsal baskının kaldırılması gerekir.
2.                            Kolluktaki kendi cezasını kendisi vermesi dürtüsünü tamamen yok etmek için, hukuk sisteminin suçun faillerine hak ettiği cezayı verdiği yönünde kollukta tam bir güven oluşturulması gerekir.
3.                            Sadece kolluk teşkilatının içinde değil, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında da, hukuk kurallarını çiğneyerek kişilerin hak ve özgürlüklerini ihlal eden görevliler hakkında cezai yaptırımların uygulanması ve kural ihlalinin kimsenin yanında kar kalmayacağı mesajı verilmelidir.  Zira kimsenin hukuk kurallarına uymadığı bir ortamda sadece kolluğun hukuk kurallarına uymasını beklemek mantıksızdır
4.                            Hak ve özgürlüklerin herkes için var olduğunun gösterilmesi için kolluğun eşit işe eşit ücret, makul süre çalıştırılma, özel hayatına saygı duyulmasını isteme ve yaşama hakkı gibi kendi hak ve özgürlüklerine de değer verildiğinin bir şekilde ortaya konması  gerekir.  Aksi takdirde kolluk hak ve özgürlük deyince hep şüpheli ve sanık haklarını anlayacaktır.
5.                            Suçun sosyal bir olgu olduğunun, suçun sadece kolluğun gayreti ile yok edilmesinin mümkün olmadığının, bu bir gün başarılsa bile bunun geçici olacağının kollukça iyi algılanması gerekir.
6.                            Kolluğun duygusal davranıp olaylarla kendisini özdeşleştirmemesi gerekir.  Suç ve suçlu ile mücadelenin sadece kolluğun görevi olmadığının, suçun önlenmesinde sadece kolluğun menfaatinin bulunmadığının, kolluk kadar, hakimlerin, savcıların, avukatların, kanun koyucunun ve halkında suçun önlenmesi noktasında duyarlı olmasının gereğinin iyi anlaşılması gerekir. 
7.                            Kolluğun hukuk sisteminin aksaklıklarını giderme mücadelesine girmesinin yanlış olduğunun, bunun sistemin aksaklıklarının görülmesine engel olma ve problemin çözümünün geciktirilmesi anlamı taşıyacağı noktasında bilinçlendirilmesi gerekir.
8.                            İdari yapının, bazı görevlilerde görülebilecek, başarıyı ön plana çıkarma, halkın güvenine layık olduğunu gösterme gibi kendi değerlerini mesleğinin değerlerinin önüne koyarak hukuk kurallarını ikinci plana atma anlamına gelebilecek eylemlerine prim vermemesi gerekir.   
9.                            Kolluk mesleğinin kolluğun ve halkın gözünde de saygın bir yere getirilmesi gerekir ki kolluk kişilerin hak ve özgürlüklerine müdahale ederek bu saygınlığı zedelemek istemesin.
10.                        Kolluk adayları, eylemlerini ahlaki açıdan değerlendirebilen, eylemlerinin başkalarının üzerindeki etkisi ve gücü hakkında mantık yürütebilen, analitik nitelikte düşünme özelliği olan, başkalarının farklı olmasını kabullenebilen, demokratik değerlere inanan, karakter gelişimini tamamlamış, hayattan zevk alan ve başarıyı yakalamış ve toplum tarafından dışlanmamış kişiler arasından seçilmesi gerekir.    
  





[1] Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi, mberyilmaz@yahoo.com
[2] Kolluk bu yetkiyi eski CMUK m.394/a’da, yeni CMK m.250’de sayılan suçlar dışındaki suçlar için kullanabilmekte idi.  Zira bu maddelerde sayılan suçları soruşturma yetkisi, eskiden olduğu gibi, bizzat,  C. Savcısına aittir. (CMUK m.394/b, CMK m.251)
[3] Kanımızca, CMUK m.156’nın kaldırılması ile ortaya konan irade karşısında, CMK m.160/2’yi, CMK m.160/1’den bağımsız yorumlamak mümkün değildir.  Dolayısıyla, CMK m.160/2’de kast edilen kolluğun elkoyduğu olaylar, yakaladığı kişiler ve uygulanan diğer tedbirler, CMK m.161/1 doğrultusunda, kolluğun C. Savcısından aldığı emir sonrası yürüttüğü soruşturma sırasında aldığı tedbirler olması gerektir.
[4] Bu yeni düzenleme ile, kanımızca, PVSK m.15’de kolluğa yürütülen bir soruşturma esnasında, istediği soruları sormak için istediği kişileri davet etme ve soru sorma yetkisi tanıklar açısından  zımnen ilga olmuştur.
[5] Kolluğun kişilere kimlik sorma yetkisini düzenleyen PVSK m.17, sadece şüpheliler için bu imkanı tanımaktadır. Dolayısıyla, PVSK m.17, tanıkların kimliğini öğrenmek için kullanılabilecek bir yetki değildir ve bu amaçla kullanılabilecek başka  bir kolluk  yetkisi de yoktur.
[6] Suçla mücadele için başka bir tehlike olan ve hatırlanması gereken diğer bir husus da, kolluğun, Adalet Bakanlığına bağlı adli kolluk ve İçişleri Bankalığına bağlı idari kolluk olarak ikiye bölünmesinden son anda vazgeçilmiş olmasıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder